SON YAYINLAR

TV İZLE

tv

30 Mart 2015 Pazartesi

Peygamber Algısı ve Sünnet Uygulanışındaki Eksiklikler

islam, camii, manzara
" Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan ( onlara uygulanandan ) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." ( Fâtır sûresi, âyet 43 )

Dün olduğu gibi, günümüz dünyasında da, maalesef, Müslümanların Peygamber algısı çarpık, Kur'an ve Sünnet dışı anlatımlarla doldurulmuş, zenginleştirilmiş durumdadır. Tabii ki, bu abartmalarda, Kur'an çizgisinden sapmalarda, Yahudi ve Hristiyan dünyasını da taklit vardır. Nasıl ki, Hristiyan alemi, Hz. İsa'yı göklere uçurmuşlarsa, hemen Allah'ın sağ tarafında bir mevki, bir makam vermişlerse, bu tür bir makam veriş, Allah'a yükseltme meşguliyeti, düşüncesi, Müslümanları da, bilhassa tarikat çevrelerini, gelenekçi kesimleri de harekete geçirmiş, bunların da, işleri, güçleri, düşünceleri, zihin dünyaları , Resulullah (sav)'i Kur'an dışı çizgilere çekmek, Allah'ın ona vermiş olduğu vasıfları tamamen ters yüz ederek, İsa peygamber ile yarış yapar, hatta, ondan öte mevkilere, makamlara gitmiş, yapmışlardır!.. Onun içindir ki:

"Toplumumuzda genel itibariyle yanlış bir Sünnet algısı buna bağlı olarak da yanlış bir Peygamber tasavvuru hüküm sürmektedir. Gelenekçi ve Yenilikçi şeklinde yapılan tanımlamalar, Peygambere sadece kendilerinin bağlı olduklarını ve Peygamberin sünnetini yaşattıklarını iddia edenler, biz ve bizim gibi uydurma rivayetlerle, Peygamberimizin Kur'an'a uygun ve örtüşen sözlerinden oluşan Hadisler noktasındaki hassasiyetimizi anlamayıp bizleri de Sünnet düşmanı olarak görmeleri ve bu şekilde lanse etmeleri gerçekten ironik bir durumdur.
Evet gelenekçilerin klasik bir yöntemi olarak karşısındakini sapık ilan etmek, dinsiz göstermek ve her türlü iftirayı ve çamuru atmak suretiyle yaptıkları bu karalamalar bizim için sorun teşkil etmiyor. Bizler vahiyle inşa yolunda gayret gösteriyor ve onların nitelemelerinden uzak olduğumuzu beyan ediyoruz.
Fakat işin acı yanı daha Sünnet kavramının Kur'an'daki karşılığı nedir? Sünnetullah ne demektir? Allah kendisinin dışında başka birinin sünneti olmasına nasıl bakar? gibi soruların cevaplarından bihaber olanların yaptıkları bu sığ eleştiriler gerçekten tutarsızdır. " ( kalkveuyar.com)

" Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın." ( Ahzâb sûresi, âyet 62)
Ne yazık ki, Resulullah (sav)'in, evrensel peygamberliğini bir tarafa bırakmış, onun tüm insanlığın peygamberi oluş vasfını, bir millete, bir bölgeye, indirgeyerek, onun adına bir hayli uyduruk, saçma, Kur'an dışı basit, yüzeysel davranışları sünnet diye toplumlara lanse etmeye çalışmışlardır.

En basitinden, gelenekçi kesimlerin ellerinde Erak ağaçları ile orada-burada, rast gele yerlerde insanlara göstererek, gacur-gucur diş fırçalamaları, itinasız, dengesiz, rast gele bırakmış oldukları sakallarını bir o yana, bir bu yana taramalarını Peygamberin en büyük sünneti zannederek, gelişi güzel yaşayıp gitmektedirler.. 

Giymiş oldukları şalvar, başlarındaki itinasız sarık, ellerindeki uzun uzun tesbihler onların nasıl bir ortamda yetiştiklerinin, kültürlerinin, bilgilerinin mahiyetini bizlere göstermektedir!..

Oysa, Resulullah (sav)'in aziz sünneti, Kur'an'la eşdeğer olup, beraber yürüyor, beraber dünyaya meydan okuyor, insanlığı kurtuluşa, felaha, necata çağırıyordu. Hendek harbindeki, o müthiş kayayı balyozuyla parçalarken, vermiş olduğu ileriye yönelik müjdeler, beşaretler ve muştular, kısa zaman sürecinde bir bir gerçekleşmiş, İslam orduları, İber Yarımadasını, Kıbrıs'ı, tüm Anadolu'yu, İran ülkesini, Orta Asya Türkistan bölgelerini fethederek, her gidilen yerde ezanların, Kur'an'ların okunmasına sebep olmuştu. 

Kadisiye kahramanları, basit , sıradan giysilerle, parmaklarındaki gümüş yüzüklerle çalım satmıyor, günümüzde olduğu gibi, kılmış oldukları üç-beş rekat nafile namazı, orada, burada reklam etmiyorlardı!.. Tutmuş oldukları, bir kaç günlük nafile oruçlarını, camii avlularında, mescit köşelerinde kimselere duyurmuyor, ülke ülke, kıt'a kıt'a fetihde bulunuyorlardı. Onun içindir ki;
" Kur'an'da " sünnet" kavramı bu şekilde kullanılırken, geleneksel anlayışta " sünnet", Peygamber'in fiillerini anlatmak için kullanılır. Sünnetin üçe ayrılıp incelenmiş olduğunu görüyoruz. Fiil halinde sünnet ( es sünnetül fiiliye), sözlü sünnet ( es sünnetul kavliyye) ve sessiz kalarak gerçekleşen sünnet ( es sünnetul takririye).
Birincisi Peygamber'in davranışlarını, ikincisi Peygamber'in sözlerini, üçüncüsü ise Peygamber'in yapılışını görüp de yasaklamadığı davranışları belirtir. Aslında sünnetle kastedilen temelde hadislerdir.
Hadisler, Peygamber'in söylediği söz; sünnet, yaptığı fiiller manasında kullanıldığı için arada bir fark olduğu zannedilebilir. Oysa sünnet olduğu iddia edilen tüm davranışları ( Kur'an'ın dışındakileri) bize ulaştıran tek kaynak hadis kitaplarıdır. Peygamber'in söylediği her hadis de sözlü sünnet sayıldığı için hadis yerine sünnet, sünnet yerine hadis kelimelerini koyduğumuzda aynı şeyleri anlarız." ( kalkveuyar.com)

İğdiş edilmiş/hadımlaştırılmış Peygamber algısı, Müslümanları bir yere taşıması, götürmesi mümkün değildir!.. Çünkü, aziz peygamberin hedefi, gayesi ve ileriye yönelik düşüncesi, tüm insanlığı kapsayacak, kurtaracak şekilde bir peygamberlik yapmak, beşeri, Kur'anî emirler doğrultusunda irşad ederek kurtarmaktı.

Hakikaten, evvel emirde, yaşamış olduğu bölgede müşrikliği, putçuluğu bitirmiş, aynı düşüncenin tüm dünyayı sarmalamasını da arzu ediyordu. Öyle ki, San'a'dan yolculuğa çıkan bir yolcu Hadramevt'te mola versin, her an, her yerde kendini emniyette hissetsin, Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirsindi.

Ama, ne hazindir ki, günümüz dünyasında, yanlış Peygamber algısı sebebiyle, İslam ülkeleri birbirini kırmakta, birbirlerini öldürmekte, birbirlerinin üzerlerine şarapnal bombaları yağdırmakta, daha olmadı yüzlerce uçaklarla Yemen milleti bombalanmakta, Irak yerle bir edilmekte, Suriye'de taş taş üstünde konmamaktadır!..

Dr. Suphi es Salih'in " Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları" kitabının 1. sayfasında şöyle denir:

"Hadisçilerce, bilhassa müteahhirin hadisçilerce, hadis ve sünnetin biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir." Sonuçta, kitabımızda, Peygamberimiz'e iftiralarla dolu olan hadislere yaptığımız her eleştiriyi okurken " hadis" kelimesi yerine " sünnet" kelimesini de koyarsanız aynı neticeyi almış olursunuz.
Bu yüzden bundan önceki bölümlerde Kur'an'ın yeterliliğini, hadisin yani sünnetin Kur'an'la, mantıkla, kendi içinde çeliştiğini, Peygamber'in ve dört halifenin döneminde Kur'an dışında bir dini kaynak yazdırılmadığını, Emeviler'in ve Abbasiler'in döneminde hadis, sünnet gibi başlıklarla insanlara Arap örf ve adetlerinin, Emeviler'in ve Abbasiler'in hayata bakış açışının " din" diye kabul ettirildiğini bir daha hatırlayın.
Ayrıca mezhepçi bir din anlayışını benimseyenlere şu soruyu sorun: Madem Kur'an'daki farzlar, tavsiyeler, ibadetler dışında " sünnet" başlığıyla sevapların, ibadetlerin olduğunu iddia ediyorsunuz, niye Kur'an'da " sünnet" kelimesi bu manada kullanılmıyor? 6236 Kur'an ayetinden hiç değilse bir tanesinde " sünnet" diye sizin anlattığınız şekilde bir kavram tarif edilemez miydi?
Kur'an'da 30'dan fazla kez geçen " hadis" ve defalarca geçen " sünnet" kelimelerinin nasıl geçtiğini bizzat kendiniz araştırmalı ve ortaya çıkan sonucu değerlendirmelisiniz. Bu gün kullanılan manasıyla hiç alakası olmayan şekilde " hadis" ve " sünnet" kelimelerinin kullanılışı da mezhepçi din anlayışının, Kur'an'da ( dinde) olmayan kavramları uydurduğunun bir delilidir.
Eğer bu kavramlar dinimizde olsaydı, hem isimleri hem nitelikleriyle Kur'an'da tarifleri yapılmaz mıydı? Eğer Kur'an, bize böyle en temel konuları bir tek ayetle bile açıklamayacaksa niye indi? Hiç şüphesiz Kur'an, kendi ifadeleriyle de belirttiği gibi her şeyi açıklar, tüm detayları verir, Allah'ın dininin tümünü kapsar. Bu kavramların Kur'an'da olmayan tarzda ortaya konması bu kavramların insani ürünler olduğunun ( uydurulduğunun) delilidir." ( kalkveuyar.com)

Aziz peygamberimizin mesajlarını, gerçek yaşamını, Kur'anî halini çok iyi analiz ve tahlil etmeliyiz!.. İbadetleri, müttakiliği, ihlası, samimiyeti, infak düşüncesi, beşeri ilişkileri, insanlar arasında kavim, kabile, sınıf ayırımı yapmaması, evlilik düşüncesi, kadınlara karşı sevgi ve saygısı, eşitlik, adalet, hukuk ölçüleri ve anlayışı bizler için baş tacı olmalıdır!

Resulullah (sav)'in çocuklara karşı şefkati, sevgisi, onları bağrına basması, kadınları, dinleyip, onların sorunlarına çare olması, mescitde , Cuma hutbesinde bile hanımların sorularına anında cevap vermesi, daha olmadı hanımları vasıtasıyla hanımların özel hallerine İslam'ı bakış acısını, Kur'an'ın emirlerini tek tek bildirmesi, duyurması önemli mes'elelerdir!.. Şu ayeti kerimeyi birlikte okuyalım:
" ( Deki): Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!" ( En'am sûresi, âyet 114)

Onun içindir ki, günümüz Müslümanlarının yapacakları tek şey bulunmaktadır. Hz. Peygamberimiz (sav)'i yakinen tanımak, onun evrensel mesajlarının ne olduğunu bilmek, tüm hayatını bilmek ve nefsimize, ailemize, toplumumuza da yansıtmak en büyük görevimiz olmalıdır.  Rabbimiz, Aziz milletimize İslamî, Kur'anî güzellikler bahşeylesin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

12 Mart 2015 Perşembe

Elmas Ruhlu Ebu Bekirler ve Kömür Ruhlu Cehiller

cami çiçek sultanahmet
"Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." (Araf sûresi, âyet 179)

Daha önceki yazılarımda da izah etmeye çalıştığım gibi, tarihte vuku bulmuş, acı, vahşet içeren Kerbela olayı ile aziz milletimizin hiç bir bağı, bağlantısı bulunmamaktadır. Tabii ki, bu vahşet dolu taploda haklı taraf belli, günaha batan, cürüm işleyen taraf ortadadır. Millet olarak, kavim olarak Kureyş insanlarıdır. Sülale olarak Beni Haşim kabilesinden, Resulullah (sav)'in torunu Hz. Hüseyin (ra) ve Beni Ümeyye kabilesinden Yezid arasında geçen bir faciadır!.. 

Mes'eleyi tarihe götürdüğümüz zaman, haklı, haksız muvacehesinden baktığımız an, insanlığın % 95'i Hz. Hüseyin (ra)'ın kıyamını haklı bulacak, yiğitliğini, İslami yürüyüşünü alkışlayacaktır. Ya Muaviye ve Yezid cephesi ? Örneğin; Anadolu topraklarında, mumla arasanız bir Muaviye, bir Yezid ismine rast gelmiş olmayacaksınız. Demek ki, Müslüman Türk insanı, tüm sahabe-i kiram gibi, Ebu Hanife, Süfyanı Sevri vb. müçtehidler gibi Hz. Ali sevdalışı, Hz. Hüseyin bendesidir. O halde, Türkiye topraklarında niçin Alevilik-Sünnilik sürtüşmesi, cedelleşmesi, vurması, kırması, düellosu bulunmaktadır? Sanırım, bu sorunun cevabı şu olacaktır: Cehalet, bilgisizlik, bağnazlık, mezhep taassubu, Kur'an bilmemektir!.. Şu şiirime birlikte kulak verelim: Bu millet bir bütün, bütün kalacak!.. 

"Asker olduk, cephe cephe savaştık, 
Vatan için haykırarak, yarıştık, 
İyilikte, güzellikte barıştık, 
Bu millet bir bütün, bütün kalacak. 
x
 Mâbedler birliğin, sembolü oldu, 
Minarede ezân, kalplere doldu, 
Sıklaştıkça saflar, nefret son buldu,
 Bu millet bir bütün, bütün kalacak!" 
(Ş. Özdemir) 

Bu noktadan hareketle, şu hususu açık açık iddia etmek zorundayım. Bu millet, tarihin her anında bir ve beraber olmuş, Çanakkale'de koyun koyuna yatan, Yemen'de vatan hasreti çeken, Bingazi'de şehit düşen , aynı kaderi paylaşan, aynı acıyı, ıstırabı, zulmü, açlığı, fakirliği, çileyi beraber çeken bir millettir!.. Öyleyse, niçin bir ve beraber değiliz? Mezhepsel tartışmaları, ayrılıkları bir taraf ederek, bir noktada birleşemiyoruz? Sözü, sayın Bülent Bakiler beye bırakacak olursam, bakın neler söylemektedir!.. 

Alevi vatandaşlarımız, Türk vatanının insanlarıdır. Mezhepleri ne olursa olsun, cem evlerinde hangi istikamette bir hizmet verilirse verilsin Müslümandır ve Sünni kesimlerin de böyle bilmesi lazımdır. Aksi halde, bu kitleyi yadırgarsak, kınarsak, töhmet altında bulundurursak, " Kızılbaş" " Alevi" " Tahtacı" " Nusayri" " Fellah" vb. şekillerde mantıksızca suçlarsak, korkarim ki, bu büyük kitle Türkiye'ye, Türkiye devletine, hacılara, hocalara kırılacak ve küsgünlüğü devam edecektir. 

Öyleyse, elmas ruhlu Ebubekir olmalıyız!.. Hoş görü sahibi, seven, herkesi kucaklayan bir millet olmak durumundayız!.. Aksi halde, kömür ruhlu Ebu Cehil'in yapmış olduğunu işlemiş, haksızlık, hakka tecavüz, suiistimal, benlik, gurur, kibir duygularının içerisinde zaman geçmiş olur, boşa geçmiş zamandan da Müslümanlar mes'ul olacaktır.

Kendi milletimizin bir parçası olan Alevilik ve Sünnilik mes'elesini dış mihraklar, Almanya gibi ülkeler tartışırsa, değerlendirmiş olursa, ayıbın ayıbı , günahın günahı olacaktır!.. Bazan, Almanya basınını takip etmekteyim. Alevilik konusunu, Almanya siyasilerinin, yazarlarının, çizerlerinin, mütefekkirlerinin gündemde tutması, değerlendirmesi bizleri ürkütmektedir. Sanki, Lüther'in intikamını alırcasına, arka çıkmaları pek de hoş bir görüntü değildir. 

Çünkü, ben bu davranışta ard niyet sezinlemekte, böylesi düşünceleri iyiliğe yormamaktayım. Çünkü, Alevilik, Sünnilik, Kürt, Türk vb. sorunlar, bu milletin halledeceği işlerdir. Dışardan gazel okumaya hiç mi hiç gereksinim bulunmamaktadır. Ülkemiz büyük, milletimiz şanlı bir geçmişe sahip, yani, Çanakkale devri değil ki, bu milletin çocuklarını kobay gibi kullansınlar, bu milletin çocukları 253 bin şehid verirken, bir o kadarda yaralı gazi olurken, müttefikimiz Almanya'nın bu çarpışmalarda kaç askeri ölmüştür? Bunu bilmemiz lazımdır. Rabbimiz, Aziz milletimize, birlik, beraberlik, dirlik ve düzen lütfetsin. Selam ve dua ile. 
(Şerafettin Özdemir)