SON YAYINLAR

TV İZLE

tv

28 Şubat 2015 Cumartesi

Sami Yusuf - The Gift Of Love (Aşkın Hediyesi)

sami yusuf gift of love
Sami Yusuf'un, dünyanın ilk dinlerarası Marşı niteliğinde olan "The Gift of Love" adlı parçasını duyurdu.''The Gift of Love'' adlı eseri için Türkiye, Suudi Arabistan, Filistin, Ürdün, Kanada gibi farklı ülkelerde çekim yapıldı.

Dünya Dinlerarası Uyum Haftası etkinliğini temsil etmek için Sami Yusuf tarafından gerçekleştirilen bu projenin video klibini aşağıdan izleyebilirsiniz.



Bu videoyu, HD ve 4K dahil olmak üzere birden çok çözünürlükte izleyebilirsiniz.

 

Kuran'ı Okuyoruz Ama Anlayabiliyor muyuz ?


kuran okuma anlama
" O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için büyük bir uyarıcı musibetlerden biridir." (Müddessir sûresi, âyet 35, 36, 37)

Bu yazımla, vahyedildiğinden bu yana, Müslümanlar olarak, elimizden düşürmediğimiz, her an, her dem onunla bir ve beraber olduğumuz, yasinler, hatimler indirdiğimiz, onu hayatımızın tek kitabı kabul ettiğimiz aziz kitabımız Kur'an'ı okuyup, ama, anlamadığımızı, mesajlarına, içeriğine nüfuz etmediğimizden bahsedeceğim!,,

Evet, Kur'an'ı inişinden bu yana okuyoruz!.. Evlerimiz de, camilerimiz de, hayatımızın her anında ve her daim!..Ama, Resulullah (sav) ve sahabe-i kiram dönemindeki okuyuşlar, günümüz dünyasında bulunmamaktadır!.. Onların okuyuşları farklı, bizim okuyuşumuz farklıdır!..
Onlar, Kur'an'ı okuyup, hemen emirlerini hayatlarında uyguluyor, millet bünyesinde ayetlerin hükümleri makes buluyordu. Ya biz? 

"Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur." (Mâide sûresi, âyet 85)

Kur'an'ın, dünkü okunuşu farklı idi, günümüzde kafalarımızı sallayarak okuduğumuz Kur'an çok çok farklıdır!.. Dün, Kur'an okunuyordu, devlet olmak için, devletin yönetim tarzını belirlemek için, milleti ona uydurmak, uygulatmak için okunuyordu. 

Günümüz dünyasında ise, okunmasının amacı, mezardaki ölüleri kurtarmak, dirileri yaşayışları ile baş başa bırakıp, ortamdan, dünyadan, hayattan, evlerden, sinelerden, toplum içerisinden, sokaktan, meydandan, iş yerlerinden, caddelerden uzaklaştırmak içindir. Niçin ve neden?

" Emevi ve Abbasi hanedanları zamanında din adamları tarafından uydurulan dinin etkisi Müslüman ülkelerde hala baskın durumda. Kur'an'ın eksik, anlaşılamaz ve manevi bir rehber olamayacak kadar yetersiz olduğu fikri, dinsel kitapların ortaya çıkması için muazzam bir talep oluşturdu; ve sakallı sarıklı din adamları tarafından ciltlerce kitap ortaya çıkarıldı.
İnsanlara bu kitapların Kur'an'ı tamamlayacağı, açıklayacağı ve detaylandıracağı söylendi. Dolayısıyla bu din adamlarının ima ettiği aslında Allah'ın bilge ve kolay anlaşılır bir yazar olmadığı idi; mesajını açıkça ifade edemediği gibi; bir çok konuda, hatta bazı önemli manevi ilke ve uygulamaları içeren konularda bile rehberlik sağlamayı başaramadı.
Bu tamamlayıcı kitaplar olmadan, Kur'an bireylere dinde ancak sınırlı derecede yol gösterici olabilirdi. Hatta bazıları , işi sadece Kur'an okumanın kişiyi yanlış yola götüreceğini ilan etmeye kadar götürdü. Sayısız hadis ve mezhep hukuku şeriat kitabı " sahih" yani güvenilir veya " hak" yani gerçek olarak etiketlendi.
Böylece bu kitaplar pratikte Kur'an'ın yerine geçmiş oldular. Kur'an tek başına anlaşılabilecek bir kitap değildi; insanların Kur'an'ı anlayabilmek için profesyonel anlatıcılara, koleksiyonculara, editörlere ve söylenti ve spekülasyon ulemasına gereksinimi vardı.
Bir çok insan Kur'an'ı yorumlamak ve açıklamak için yazılmış ciltler dolusu kitap arasında kayboldu ve Kur'an'ın kendisini çalışmak için zaman bulamadı. O zamanı bulan ayrıcalıklı azınlığın ise Kur'an'ın anlamak için çok az şansları vardı, çünkü zihinleri insan yapımı dini talimatlarla zehirlenmiş, mantıkları " kutsal virüsler" olarak adlandırabileceğimiz çelişkili öğretiler tarafından yozlaştırılmıştı. " ( kimseonuokumuyor.com)
Zaten, Emevi ve Abbasi krallarının istediği de bu idi.. Kur'an; okunsun, hatimler indirilsin ama, emirleri, helalleri, haramları, buyrukları hayata yansımasın, kralların keyfini, rahatını, huzurunu bozmasın idi. Bir kere, çirkefe bulaşmış, saraylarında çengi, çüngüş, işret, şarabın her türlüsü içilen bir alemde, bir ortamda Kur'an olamazdı ve onun için oldurmadılar!..

Emevi ve Abbasi dönemlerinde böyle atılan temel, Selçuklu, Fatımı, Osmanlı ve diğer zaman dilimlerinde de aynen bu şekil yaşanmış, tatbik edilir olmuştur!.. Hatta, iş o kadar ileriye götürüldü ki, bir takım uyduruk hesaplar, kitaplar, düşünceler uğruna, " kardeş katli" " yeğen katli" bile fetvalarla desteklenir, cevaz verilir hale getirildi. 

Osmanlı dönemlerinde, yaşayan şehzadeler, akıllı, mantıklı, dürüst bir şekilde hayatı yaşayamamış, sürekli ha bu gün, ha yarın " öldürülürüm" endişesi ile ölümü beklemişlerdir!.. Kapalı bir odada, bir kafes içerisinde, " hadımlaştırılmış" insanların arasında, hayatlarını kör topal idare ve devam ettirmişlerdir. Ama, yine de, akıbetten kurtulamamışlar, yağlı urganlar, ipler boğazlarına geçirilmiştir.

" Din uleması, imamlar ve onların kör izleyicileri, Kur'an'ın bulunduğu fiziksel ortama ( üzerinde Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu deri veya kağıt parçalarına) azami derecede saygı göstermelerine rağmen Kur'an'ın mesajına olan inanç ve saygılarını kaybettiler.
Kur'an ayetleri duvarlarda yüksek yerlere asıldı, dokunulacakları ya da ele alınacakları zaman abartılı saygılar sunuldu, ama aynı ayetler yol gösterici olarak nadiren baş vuru kaynağı sayıldı. Muhammed'e yakıştırılan binlerce hadisin oluşturduğu çelişkili ve karmakarışık labirentler içinde onların da kafaları karıştı ve mezhep kitaplarının saçma ayrıntıları arasında kayboldular.
Kur'an'a ara sıra atıfta bulundukları zaman da, bu çoğu kez kötüye kullanma amacını taşıyordu. Kutsal savaşlar ilan edebilmek veya saldırganlığı haklı çıkarmak için ayetleri bağlamlarından koparıp slogan olarak kullanma gibi...İnsanları cahilliğin karanlığından çıkarıp özgürleştiren Kur'an, Muhammed'in vefatından kısa bir süre sonra, Ayetleri ölüler için okunan, zihinsel veya fiziksel hastalıkları olanlar tarafından muska olarak taşınan , korkulması ve önünde eğilinmesi gereken kağıttan bir puta dönüştürüldü. Kur'an, en çok okunan kitaplardan biri olarak kabul görmesine rağmen, milyonlarca Müslüman Kur'an'ı anlamının farkında olmadan okur.
Ana dilleri Arapça olanlara bile anlayışlarına güvenmemeleri öğretilir. Kur'an en çok okunan kitap olabilir, ama din adamlarının ortak çabalarıyla tarihteki en az anlaşılan ve en az uyulan popüler kitap haline getirilmiştir." ( a. g. site)

Aziz Kur'an; ne cin kovalama, ne muska kitabı, ne korkunç varlıktan muhafaza altında olunmak için vahyedilmiş bir kitap değildir. Zaten, böyle anlayanlar, bu şekil algılayanlar, bir kere Kur'an'ı, kamil ve tam anlaşılır şekilde okumuş değillerdir. 

Onların maksatları, el görsün, dostlar bizi pazarda örsün kabilinden veya, ölülere okunsun, okuyanlar beş on kuruş nemalansınlar, istifade etsinler, çoluk-çocuklarına ekmek parası kazanmış olsunlar diye okumaktadırlar. 

Günümüz dünyasında, Kur'an denilince, hemen akıllara, şeytan, cin, peri, büyü, sihir, muska, görünmeyen varlıkları kaçırma, güzel rüya görme, ayetleri yazdırıp, beden üzerinde bulundurma vb. şeyler akla gelmektedir. 

İslam adına, yazılmış bulunan ilmihal veya diğer dini kitaplar, Kur'an kaynaklı olmayıp, yazanların indi görüşleri, düşünceleri, algıları, kafalarındaki şişirme bilgilerden ibarettir. Söz konusu, bu bilgiler, Kur'an'ın aksine, İslam'ı zorlaştırmış, mes'eleleri içinden, içerisinden çıkılmaz hale getirmiştir. 

Söz konusu derlenmiş, yazılmış kitapların içeriğine nüfuz edildiği zaman görülecektir ki, ifadelerin, beyanların, görüşlerin, düşüncelerin, öne sürülen iddiaların hiç biri Kur'an'la ilintili olmayıp, sadece yazanın keyfince uydurulmuş, abartılmış faydasız, yararsız düşüncelerdir.

Yani, Kur'an, her taraftadır, ellerdedir, dillerdedir, duvarlardadır, mescitlerdedir ama, şekli olarak, kılıf içerisinde bulunarak bulunmaktadır. Emirleri, mesajları, buyrukları hayata yansımamış, insanlığı irşad eder durumda değildir.

Şerafettin Özdemir

23 Şubat 2015 Pazartesi

Hayatı Anlama, Anlamlandırma ve İnsan

insan hayat anlam zaman
"Şu kesindir ki biz resullerimizi apaçık delillerle gönderdik. Resullerle birlikte kitabı ve mizanı indirdik ve mahiyetinde demiri de indirdik. Ki insanlar kullansınlar ve Allah kimin dinine ve peygamberlerine destek verip yardım edeceğini bilip ortaya çıkarsın." (Hadid sûresi, âyet 25)

İnsanoğlu, yeryüzüne, öylesi gezsin, dolaşsın, yesin, içsin, hayatı yaşasın, gam alsın, neş'e duysun, zevkü-sefa yapsın, dünyayı istediği şekilde kullansın diye gönderilmiş bir varlık değildir.

İnsan gayeli bir varlıktır!.. Dünyada yaşadığı süre içerisinde, her alanda, her yerde büyük işler, ideal proğramlar yapsın, dünyayı dizayn etsin, diğer varlıkları, yaratılmışları, hayvanları, okyanusları, denizleri, göğü, yeryüzünü, kurdu, kuşu, gölü, ovayı yönetsin, hizmetinde kullansın ve son olarak da, işin başında ve sonunda Allah'a ubudiyette bulunsun, kıyama kalksın, ruküya varsın, secdeye kapansın diye yaratılmıştır. 

Bir kere, insanoğlu, diğer varlıklar, yani, hayvanlar, bitkiler alemi gibi boş, anlamsız, düşüncesiz, düşünemeyen bir varlık değildir. Hayvanlar, iç güdüsel olarak yerler, içerler, cinsel iştihalarını tatmin ederler, doğarlar, doğururlar ve sonra da ölürler. 

Ya insan? Aklıyla, düşüncesiyle, fikriyle, tefekkürü ile, tezekkürü ile, tedebbürü ile Allah'a ulaşan, Allah'ı bulan, ona kulluk görevinde bulunan, onun emirlerini bihakkın yerine getiren, ahiretin, ölümün, hesabın, mizanın, cennetin ve cehennemin var olduğuna iman eden insandır. Dolayısıyla, bu noktadan sonra, eleştirel bir alıntı ile konuya devam etmek istiyorum:

" Onlar bu kıyameti uzak görüyorlar, biz ise onu yakın görüyoruz.- O gün gök erimiş maden gibi olur- Dağlar ise atılmış yün gibi olur. - Onlar birbirlerine gösterilirler, suçlular o günün azabından kurtulmak için oğullarını fidye olarak vermek ister, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran sülalesini. Ve yeryüzünde bulunan herkesi, kendisini kurtarabilsin diye, - Asla! Şüphesiz o alev almıştır, deriyi yakıp kavurur, çağırır arkasını dönüp yüz çevireni. Her malını toplayıp yığanları. - İnsan aç gözlü yaratılmıştır." ( Mearic sûresi, 6-19)

Demek ki, tüm bunlardan anlıyoruz ki, insan, insanın varlığı, yaratılışı bir amaç içindir. Yaratılmış olduğu dünyayı anlamlı kılmak, dizayn etmek, imanının gereği olarak, kulluk görevlerini yerine getirerek, paylaşım, fedakârlık, cömertlik, infak, yardımlaşma, dayanışma içerisinde bulunarak, " ben kazandım, benimdir" aç gözlülüğünden ziyade, " ben kazandım ama, düşkünleri kalkındırmak için kazandım" düşüncesini hakim kılmaktır.

Bu perspektiften bakacak olursak, insanoğlu var olduğu günden buyana, insanlar içerisinde garibanlar, ezilmişler, müstaz'aflar bulunduğu gibi, yine insanların içerisinden çıkmış cebbar, baskıcı, gururlu, kibirli, ne oldum delisi, dünyaya hükmetmeye çalışan Kabil, Firavun, Nemrud, Haman, Karun vari insanlar da yaşamışlardır.

Hayatı anlamlandırmak işi hem kolay, hem de güç bir iştir.. Müslüman, mes'elenin takva tarafına yönelirse, hayatı baştan başa anlamlandırır, ibadet haline dönüştürebilir. Yok eğer, sözde Müslümanlık yaşanıyor ise, Kur'anî emirlere ciddiyetle sarılmıyor ise, böyle bir kişinin hayatı anlamlandırması, havada kalacak, tüm yaşamı sözden öteye bir şey ifade etmeyecektir.

Ne yazık ki, günümüz dünyasında parayı kutsallaştırma, paraya tapınma, maddeye perestiş alabildiğince, önü alınamayacak şekilde zirveye yükselmektedir. İnsanlar, kazanmak, harcamak için, güncel israfın içerisinde yerini almak nedeniyle bütün hile, yalan, dolan, sahte işlemlerin peşinden yürümekte, "kazanacağım", "kazanmam" lazım düşüncesiyle her türlü entrikanın izinde yürümektedir!..

Yukarıdan beri anlatılan, izah edilen gayesizlik, amaçsızlık, Allah'a niçin Kur'an'ın istediği şekilde kul olunamayışının sebepleri, İslamî perspektiften irdelenmeli, araştırılmalı, nerelerde başarılı olunduğu, hangi noktalarda mes'elenin savsaklandığı bilinmelidir.

Çünkü, günün Müslümanları, sahabe-i kiramın yaşayışını örnek almamakta, sadece dünyada maddi yönden başarılı olmak için, İslam dışı yön ve yöntemlere tenezzül edilmektedir.. Böylesi Müslümanlar da zaten, İslam'ı ve Müslümanlığı cumadan cumaya namaz, bayramdan bayrama camii, hayatta madde sahibi olmak için, Kur'an'ın zıddına, aksine yollar tercih edilmekte ve bu yollarda ömürler tüketilmektedir.

Fani dünya, kısa ömür, bu gün yaşayıp, yarın yok olunacağı hesaba katılmadan, dünyada ebedi kalacakmış gibi, tükenmez emeller içerisinde o yana, bu yana koşuşturmaktadır. Hayatı anlamlı, mühim, mübarek kılmak için, çevreyi aramalı, taramalı, dul, yetim, öksüz, kimsesiz, miskin, garip, gureba, gariban, hasta, şehit, gazi vb. düşkünler var mı, yok mu diye seferber olmalıdır.

Öyle olmalıdır ki, yetimle, öksüzle, dulla ağlamalı, acısı olanın acısını kendi bünyesinde hissetmeli, onlarla beraber göz yaşlarını ceyhun etmelidir.. Çünkü, göz yaşları, yarın uhrevi alemde cehennem ateşini söndürecektir!..

Rabbim, günün Müslümanlarını düşünce ve tefekkür sahibi eylesin. Selam ve dua ile.

19 Şubat 2015 Perşembe

Müslüman Erkekler'in Hanımlarda Aradığı Güzellik Anlayışı Yorumu

müslüman kadın güzellik anlayışı
Erkekler, kadınların dış güzelliğine değilde manevi yönelimine değer vermiş olasalardı, hanımlar süs ve güzellikte değil, sosyal erdemlerde birbirleriyle yarışırdı. Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar , ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır."

 Ahzâb sûresi, âyet 35 ) İslam'ın, kadınlara vermiş olduğu değer, kıymet ve önem, Resulullah (sav) ve hülefa-i raşidin döneminden hemen kısa bir zaman sonra inkıta uğramış, elde edilmiş bulunan tüm haklar bir bir ellerinden alınarak, eski cahiliye, eski arap devirlerine dönüş yapılmıştır. 

Mescide uğramaları, dini konularda bilgi edinmeleri kendi kaderlerine terkedilmiş, toplum içerisinde tertip edilen hiç bir toplantıya, bilgilendirmeye, dini tahsillere katılamaz olmuş, işte, o tarihten bu yana da Kur'an İslam'ının tavsif etmiş olduğu " İslam'da kadın" profilini bir türlü ele geçirememiştir. 

" İnsanlığın halledemediği sosyal meselelerin başında kadının konumu ve sosyal mevkiinin geldiğini söyleyen Carullah, kadının sosyal mevki ile ilgili müslümanların müstakil bir kitap kaleme almamasını büyük bir eksiklik olarak değerlendirmiş ve bu konuda bir kitap yazmıştır. Kadının şu anda da layık olmadığı bir konumda olduğunu, her milletin kadınlarının o milletin önünde olması gerektiğini, kadınları aşağı bir milletin hiçbir vakit büyüyemiyeceğini söyleyen Carullah; " Kadın ümmetin yahut ümmet kadının nüshasıdır. Sanki ümmetin en güzel sıfatları birleştirilmiş de kadın yaratılmıştır, kadın sefil olursa ümmet rezil olur." der.
Tarih boyunca hiçbir milletin kadınların hürmet ve hukuklarını takdir etmediğini, bu durumun da beraberinde toplumsal ahlakın çöküşüne ve fuhşun yaygınlaşmasına sebep olduğunu söylemiştir. İslam'da kadınların hürmet ve hukukları her türlü takdirin üstün de tutulmuşsa da, örf ve ananelerin etkisiyle İslam aleminde kadının sosyal mevkii hakkıyla takdir edilmemiştir.
Kadınların zayıf yaratıldığına, dolayısıyla hukuklarının eksik olduğunu söyleyenlere karşı çıkan Carullah bu konuda farklı bir yaklaşım sergiler, " Kadınlar bir ay içinde insanlığın hayatı için, bütün şehitlerin, bütün askerlerin asırlar boyunca dökülen kanlarından daha fazla kan sarfederler. Deryalar kadar kanlarını hürmetli rahimlerinden, deryalar kadar sütlerini rahmetliğinden hamilelik, validelik ve mürebbiyelik uğruna akıtırlar. Bu sebeple elde ettikleri zayıflık olsa olsa hukuklarının fazlalığını ilzam eder. Yoksa bunlar bir eksiklik sebebi sayılmazlar.
Hatun hayatın mebdeidir ( başlangıcı), hayatın menbaıdırı ( kaynağı). Bütün insanlığın hayatı onların rahimlerinde başlar, kucaklarında devam eder. Hatunların cihat için ellerine kılıç almamaları bir mahrumiyet sayılmaz. Deryalar kadar kanlarını ve sütlerini insanlığın hayatı uğruna sarfeden anaların, cihat faziletinden mahrum olduklarını hayal etmek, cihadın en büyük derecelerini anlamamaktır. Küçük cihad erkeklerin elinde ise, cihadın en büyüğü hatunların himmetindedir." ( kurannesli.info/bilgibankasi) 

Üzülerek ifade etmeliyim ki, günümüz dünyasında, erkeklerin, kadınlara bakış tarzları, neredeyse sadece görsellikten ibaret bir hal almıştır. Aşırı şekilde makyaj, ruj, oje vb. her türlü kozmetik ürünü sürünerek, dekolte kıyafetlerle sokağa çıkıp, erkek avcılığı yapmaları rağbet görmekte, telefon ve internet ağı denen belayı, musibeti sonuna kadar kullanarak, meşru evliliği, nikahı yok eden hanımlar sevilmekte ve övülmektedir. 

Beş vakit namazlı hanımlar, pür tesettüre bürünmüş, sokağa çıkmış olsa bile, kendisini her zaman muhafaza ve dikkate alan hanım efendiler, tiksinti ile, ikrah ile karşılanmakta, çoğu zaman da böylesi hanım efendiler bir yuva kurmakta zorlanmaktadır!.. İmanının sesini dinlemeyen, Kur'an'dan habersiz, İslam yoksunu kadınların evliliği de kısa sürmekte, yuvası sokak ortalarında dövüşerek, vuruşarak çatırdamaktadır!.. Yani, adımız Ahmet, Mehmet, Ali, Veli ve Hüseyin!.. Amma, velakin, namazda kılıyoruz, oruç da tutuyoruz, imkan nispetinde hac da yapıyoruz, fakat, bu yaptıklarımızın ehemmi mühim oluşu, ciddiyeti hayatımıza yansımamaktadır. 

Trabzon'un eski meşhur alimlerinden Mustafa Cansız hocanın annesine dediği gibi, işimiz sadece Allah'a kalmıştır: " Cansız Hoca'nın namaz kılmadığı dilden dile dolaşıyormuş. Bir gün Annesi: - Oğlum! O kadar okudun. Şimdi namaz kılmıyorsun. Bu kadar okuduğuna göre bunun bir kolayı varsa bize de söyle. Biz de bu zahmetten kurtulalım. - Elbette vardır. - Nedir? - Cehenneme dayanabilmek. Bir gün yine annesinin kendisine niçin namaz kılmadığını sormuş. Cansız şu cevabı vermiş: - Ey gidi Anne! ' Eraeytellezî" suresinin manasını bilsen hiç kılmazdın." (ismailhakkialtuntas.com) 

Evet, " Maûn" suresini, ne anlam ifade ettiğini iyi bilmek her Müslümanın kulluk görevidir. Zaten, bu sureyi layıkı veçhile hayatımıza yansıtmış olsak, vallahi, camilerde cemaat bulmak mümkün olmayacaktır!.. Çünkü, namazlar, kıyamlar, rükular, sücudlar öylesi , yatıp kalkmalardan ibaret değildir. Namazla dirilmek, namazla Allah'a ulaşmak niyetinde, azminde olan Müslüman, orada-burada haksızlık, ahlaksızlık, densizlik yapa bilir mi? Hayır!.. Hayır!.. Yapması, kötülük işlemesi, kadınlara hürmetsizlik etmesi mümkün olmayacaktır!.. 

Ülkemizde, basında, yayında, sokakta, evde, mescitde ve tüm alanlarda, adice, hunharca katledilen Özgecan Aslan kızımızın öldürülmesi, katledilmesi konuşulmaktadır. Kimileri idamdan, kimileri kısastan , kimileri hadımlaştırmaktan dem vurmaktadırlar.

Halbu ki, imanın olmadığı yerde, vicdanların dümura uğradığı kişilerde, Kur'an'ın yaşanmadığı toplumlarda her ne ki çare düşünülürse düşünülsün, çözüm olmayacak, çaresizlik devam edecektir!.. Bir kere, Kur'an algısını hakim kılmalıyız. Uydurma, uydurulmuş hadislerden toplumu kurtarıp, öze dönmekten, Allah'ın emrine yönelmekten başka çözüm yolu bulmak mümkün olmayacaktır!.. Çünkü, asırlardan beri, Emeviyye'nin uydurmuş olduğu dinin sonucu buraya kadar oldu, daha ileriye gitmesi de mümkün değildir. Yani, erkek hükümranlığına, kadının aşağılanmasına son vermeli, her iki kesim birbirlerini insan ve Müslüman kabul ederek, haklarına saygı göstermekten başka çıkar yol yoktur. 

Erkek üstündür, kadın üstündün, "fıtratta eşitlik yoktur" tartışmasını gündemden düşürmeyip, bunu daha çok kaşırsak, çok çok Özgecan'lar hakkın rahmetine kavuşacak, bir kısım eğitimsiz, okumamış, cahil cühelalar ellerindeki silahlarla, nacaklarla, satırlarla sokaklarda kadın kovalayacaklardır!.. Rabbimiz!.. Aziz milletimize, Kur'anî anlayış lütfetsin!.. Selam ve dua ile..
 Şerafettin Özdemir